Elli kere aynı hatayı yapan adam

Elli kere aynı hatayı yapan adam

Fotoğraf : Tophane Koltuk Meyhanesi, 1959

Çıkmıştı muzaffer komutan gibi 49 hayat savaşından. Yer de Gök de kırmızıydı. Savaş çanları yeni çalmaya başlamış gibi heyecanla, bir çiçek suyunu beklermiş gibi sabırla bekliyordu anının gelmesini..

"bu sefer farklı olacak" diyordu içinden.

Geçmişteki 49 seferden farklı. Bu sefer süngü takmayacaktı tüfeğinin ucuna, bu sefer koşmayacaktı ateşin ortasına, bu sefer tüm mermileri sıktığında süngüsüz kalacak ve onu bulmalarını bekleyecekti.

Saçma değildi attığı ama yaşadığı saçmaydı işte.

Ve hayat başladı savaşa, ilk mermi sıyırmıştı sadece kolunu ama acıyordu henüz alışmamıştı vücut acıya. Fakat dikkatini toplaması gerekiyordu. Çünkü hayat saldırıyordu farklı farklı silahlarla, kimi revolver, kimi tüfek, kimi taramalı denilen allahın belasıyla.

Sığındığı evin duvarları artık nerdeyse delik deşik olmuş, bir omuz darbesiyle yıkılacak gibiydi. Fakat yine de söz vermişti kendine, bu sefer koşmayacaktı ateşin ortasına, hayatı olduğu yerde yenmeyecekti. Bulunduğu yerden özenle ördüğü duvarlarını  en çok zarar verdiği için taramalıyı susturması gerektiğini biliyordu.

Pencerenin sol tarafından görebiliyordu ama uzaktı. Yine de nişan aldı, biraz şansına güvendi sanırım. Bastı tetiğe. Şansı yaver gitmemişti. Aslında bilmiyordu uzaktan ateş etmenin ne demek olduğunu, daha önce hiç kimse de öğretmemişti. Her zaman dibinde bitmişti hayatın ya da hayat onun dibinde bitmişti.

Taramalı çok uzaktı. Tüfek ve revolver (altı patlar) ile ateş edenler aslında daha kolay hedefti. Çünkü onlar şarjör değiştirmek ya da yeni fişek koymak zorundaydı. Bu sefer onlara yöneldi ama pencereden ne zaman nişan alsa onlarda onu görecek kadar yakındı. Ve bu denemelerin birinde bir kurşun daha sıyırdı. Kulağına gelmişti bu sefer, biraz da ağır duymaya başlamıştı.
 



Fotoğraf : Kumkapı, Bağlıkçı Ağları, 1950

Burada ölecekti anlamıştı. Mermisi bitti. Onu gelip bulmalarını bekleyecekti söz verdiği gibi. Ama hayat sanki onu bulmak istemiyordu ve silah sesleri hiç susmuyordu. O barikattan küçük bölgesine hapsolmuştu.

Anladı ki, hayat onun gibi mertçe savaşmıyordu.. Ve taktı süngüsünü silahına, en yakınında revolver vardı. Onun yanına ulaşıp süngüyü ona geçirene kadar en az bir iki kurşun yiyeceğini tahmin ediyordu.

Revolverdaki 6 kurşunun bitmesine 1 kurşun kala çıktı siperden. Hayat o tek kurşunu ateşledi, vuramamıştı ve tekrar dolduracak zaman yoktu. Süngüyle ilk canını almıştı hayatın. Artık bir silahı ve birkaç mermisi vardı. Hemen doldurdu ve tüfeğe doğru koştu. Ama bu sefer yaralanmıştı. Bir saçma gözüne gelmişti, taramalının bir kurşunu da ayağına.  Şimdi az duyan bir kulağı ile gören tek gözü ve aksayan bacağıyla devam edecekti. Her zaman yaptığı, en iyi bildiği gibi yakından ateş etti ve tüfek susmuştu.

Artık susturması gereken son ve en güçlü hayat savaşçısı karşısındaydı. Bu sefer teke-tek kalmıştı ve yaralıydı. Ya ölecek ya da hayatta kalacaktı. Daha önce yaptığı gibi bu en güçlü savaşçıyı öldürmeden arkada bırakmak istemiyordu. Bu sefer onu gerçekten etkisiz kılmak gerekiyordu. Durdu bekledi. Elindeki tüm mermileri harcadı oracıkta, artık sadece süngüsü kalmıştı.

Yapacak birşey kalmamıştı, her zamanki gibi orayı terketti. Hayatındaki en büyük düşmanı taramalı henüz ayaktayken terketmişti meydanı. Yine muzaffer komutan gibi fakat bu sefer yaralanmıştı.
 



Fotoğraf : Galata Köprüsü, 1957 Fotoğrafların sahibi ya da sahipleri bilinmediğinden dolayı, bu bilgi verilememiştir. Daha çok fotoğraf için http://duzceuniversitesi.net/showthread.php?t=3722 adresini ziyaret edebilirsiniz.


Deniz Çetiner